Nazi dostu Türk büyükelçi

İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Türkiye’nin eski Berlin büyükelçisi Hüsrev Gerede’nin Nazi Almanyası yıllarını anlattığı otobiyografik kitabı üzerine aldığım notlar aşağıdadır. 

R. Hüsrev Gerede, Hitler Almanyası’nda Berlin Sefirliği Hatıralarım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Eylül 2020, İstanbul

Hüsrev Gerede (Rıdvanbegoviç) kimdir?

Babası Ali Paşa’nın liva (tugay) komutanlığı yaptığı yıllarda Edirne Karaağaç’ta doğar (1884). Hüsrev Gerede her ne kadar Mustafa Kemal Paşa ile Bandırma vapuruyla Samsun’a çıkan subaylardan biri olsa da askerî kariyeri daha çok cephe gerisinde geçmiştir. I. Cihan Harbi’nde (1914-18) Doğu Cephesi’nde Kafkas Ordusu Harekât Şube Müdürlüğü, Kafkas Barış Komisyonu Üyeliği, Kâzım Karabekir Kolordusu Kurmay Başkanlığı ve Genelkurmay Genel Süvari Müfettişliği görevlerinde bulunmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasındaysa Trabzon mebusu ve aynı zamanda Ankara komutanlığı görevlerini yürütmüştür. Sakarya Savaşı’nın hemen sonrasında Mustafa Kemal’in izniyle Almanya’ya gitmiş, orada diplomat Galip Kemali (Söylemezoğlu) Bey’in kızı Lâmia Hanım ile nikâhlanmıştır. Düğünü yine Berlin’deki lüks bir otelde, Ağustos 1922 yapılmıştır.

Not: Kaderin garip cilvesi, 17 sene sonra aynı binaya Berlin Büyükelçisi olarak geri dönecekti Hüsrev Gerede (Eylül 1939).

Ortaylı’nın sunuşu

Kitap Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın suya sabuna dokunmayan önsözüyle başlıyor. Ortaylı, beybi feys Gerede’nin bile anılarında sözünü etmediği bir “şehir efsanesi”ne değinmeden edememiş:

Albay Hüsrev Gerede, İstiklal Savaşı boyunca Atatürk’ün hep yanında ve yakınında oldu. Kendisi için, o döneme ait, yarı efsane olarak anlatılan, aslında oldukça gerçeği yansıtan bir olay vardır. Gerede‘de ayaklananlar kendisini yakaladığı zaman, bu seçkin zatı, güzel sıfatlı insanı, “Asalım mı, asmayalım mı?” münakaşasını yapmışlar. Bu arada Hüsrev Bey’in yüzüne sabah güneşi vurduğunda, yakışıklılığından ötürü asmaya kıyamamışlar. [Mesih de sanmış olabilirler. Malum doğudan bekliyoruz kendisini.] Zaten o arada Milli Birlikler de olay mahalline yetişerek kendisini kurtarmıştır. Yani, ipten dönmüştür. Bunun üzerine Atatürk, Hüsrev Bey’e “Gerede” soyadını verir. Daha önce “Rıdvanbegoviç” soyadını kullanan Hüsrev Bey, artık imzasını “R. Hüsrev Gerede” şeklinde atmaya başlar. (s. xi-xii)

Not: Hüsrev Gerede Nisan 1920’de Düzce, Bolu ve Gerede’deki ayaklanmayı bastırmak için bölgeye gönderilmiş fakat 23 Nisan günü isyancılara esir düşmüştü. Kuvayı milliyeciler durumu lehlerine çevirince isyancılar tarafından arabuluculuk yapması için serbest bırakıldı. (s. 558-559)

Yakışıklı büyükelçinin Nazi yanlısı olması

Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede’nin Alman/Nazi Almanyası sempatizanlığı sadece müttefikleri değil Refik Saydam’ın başbakanı olduğu Ankara hükümetini de rahatsız eder. Savaş sırasında Ankara’ya çağrılır, haftalarca Ankara ve İstanbul’da bekletilip türlü bahanelerle Berlin’e dönüşü geciktirilir. 

Ankara’daki ilk günlerinde Nazilerin sinemalarda gösterdiği propaganda filmlerini hevesle Cumhurbaşkanı İnönü’ye takdim eder. Ancak İsmet İnönü kabul etmeyip “Bunları mareşale (Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a) verirsiniz,” dediğinde çok bozulur. Çakmak’ın Nazi savaş makinesinden ne kadar etkilendiğini, filmlere çok önceden ulaştığını da eklemek gerek.

Gerede’nin “Nazi sempatisi” yüzünden Ankara hükümetinin kendisini bir ara görevden almak istediğini öğreniyoruz. (s. 235) Ankara, büyükelçisi Gerede ile doğru düzgün bilgi paylaşmadığı gibi ona, siyaset yapmayı hükümete bırakması ve çok konuşmayıp bir araya geldiği isimleri konuşturup bilgi alması gerektiğini söylüyor. Bir büyükelçi için çok aşağılayıcı bir tavır olsa gerek.

Olağandışı bir şekilde üç ay Türkiye’de bekletilir, daha sonra Berlin’e dönmesine izin verilir. Haziran 1942’e gelindiğindeyse görevden alınıp yerine milli eğitim ve savunma bakanlığı yapmış Saffet Arıkan getirilir. Vedalaşma sırasında Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ernst Freiherr von Weizsäcker‘in gözlerinin yaşardığını söyler Herr Gerede. (s. 616) Naziler görevden alınmasına çok üzülmüştür.

Not: Büyükelçi Gerede’nin Nazilerin Münih’te iktidarı ele geçirmeye (Birahane Darbesi’nde) çalışırken Kasım 1923’te öldürülen parti üyelerinin mezarlarına gidip çelenk koyması da dikkat çekici. Hiçbir zorunluluk, teamül olmamasına bunu Nazi dostlarının gözüne girmek için yaptığı anlaşılıyor. (s. 492)

Not: Fevzi Çakmak da Bolşevik karşıtı olup Nazilerin savaşı kazanmasını ister. Nitekim Almanların savaşı kaybedeceği belli olunca, Gerede gibi adamlardan sonra Fevzi Çakmak tasfiye edilenler arasındadır. (s. 638)

Savaşı kim kazanır?

Hüsrev Gerede Almanların -Rus cephesini açmamaları ve Amerika’nın İngilizlere yardım etmemesi hâlinde- savaşı asla kaybetmeyeceklerine emindir. Tabii ki olmuş bitmiş bir savaştan sonra Almanların neden kaybettiğini beş yaşındaki bir çocuk bile, “o kadar çok cephe açarsan olacağı budur,” diye anılarına ekleyebilir. 

Adolf Hitler’in, “Türkiye ile Almanya birlikte savaşa girmiş olsalardı, savaş çoktan biterdi” (s. 626) düşüncesineyse Gerede’nin ne cevap verdiğini göremiyoruz, ancak kitabı buraya kadar okuyanlar için tahmin etmek zor değil. Anlıyoruz ki Hitler Gerede’nin dışişleri bakanı olma ihtimalini düşünmüş… Bakan olduğu takdirde Almanya adına çok iyi olacağına da inancı tam. (s. 519)

Hitler kötü, çevresi iyi

Gerede, kendisini öve öve bitiremeyen, “silah arkadaşım” diyerek onore eden “Führer” için, “deli”, “psikopat”, “akıl hastası”, “çılgın”, “yetersiz”, “eğitimsiz” vb tabirler kullanır. Tabii o dönemde hiçbir özel ya da resmi mektubunda bu ifadelere yer vermediğini söylemek gerekir. Üstelik anılarında, kendi başbakanı ve dışişleri bakanı için kıskanç ve liyakatsiz diye suçlamalarda bulunurken Hitler hariç hiçbir Nazi hakkında en ufak olumsuz görüş bildirmez.

Kendini beğenmiş Amerikalıların bile gıptayla baktığı Almanya’nın o meşhur otobanlarından bahsederken de işin başındaki Nazi mühendisi Fritz Todt’u göklere çıkarır. Nur yüzlü büyükelçimiz karın tokluğuna günde 16 saat çalıştırılan binlerce köle işçiye dairse tek kelime etmez. Bunun yerine “düşük ücret verilen” Yahudi ve Polonyalılar diye geçiştirir. Yani anlayacağınız, Yahudiler sızlanmak yerine tavuk gibi boğazlanmadıklarına şükretmelidir.

Gerede her anlamda Nazi Almanyası’nın büyük hayranıydı. Bu arada sayın büyükelçi onlarca dost Nazi asker, diplomat ve iş adamı hakkında tek bir olumsuz söz etmez. Bir kişi hariç: tüm kötülüklerin babası Adolf Hitler! Hitler’in övgüler düzdüğü, silah arkadaşım dediği Gerede, “Führer” için, yıllar sonra “psikopat” der. Tek günah keçisi Hitler’dir. Her şeyi tek başına planlayan bir hasta adam.

“H. J. Hitler Gençliği” (Hitler-Jugend) adı verilen ve şehir dışında inşa edilmiş güzel kışlalarda 14-18 yaşındaki gençlerin disiplinli, bedeni, askeri ve siyasi terbiye ile yetişmeleri sağlanmıştı. “SA: Sturmabteilung-Hücum Kıtaları” ile vatandaşı askerliğe hazırlamak amaçlanmıştır. (s. 143)

Nazilerin avukatlığına soyunan büyükelçi

Franz von Papen ve Ernst Freiherr von Weizsäcker

Yukarıda iki fotoğraftan soldaki, 2. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanyası’nın Ankara sefiri Franz von Papen’e ait. 1932’de Alman Şansölyesi (başbakan) olan, ertesi yıl Cumhurbaşkanı Hindenburg’a Adolf Hitler’i başbakan yapması için öneren kişi. Gerede, “Türk milletinin samimi dostu” dediği von Papen için önce Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi’nde, sonrasında da Alman mahkemesindeki yargılanmasında lehte tanıklık yapıyor.

Sağdaki fotoğrafsa insanlığa karşı işlediği suçlar dolayısıyla yargılanan Nazi Almanyası’nın Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ernst Freiherr von Weizsäcker. Gerede onun için “mert ve soylu deniz albayı” ifadesi kullanıyor. (s. 354) Silah arkadaşı ve dostum dediği Nazi Weizsäcker, Fransa Yahudilerinin Auschwitz’e gönderilmesiyle suçlanmıştı. Tabii ki sayın büyükelçimiz, “bu haksız suçlamalar” karşısında, Nazi dostunu “barışsever, dürüst ve çalışkan” bir insan olduğunu söyleyerek savunacaktı.

Nazizmin ne olduğunu bilmeyen Hitler’in “silah arkadaşı” Türk büyükelçi

Hüsrev Gerede savaş öncesinde ve Türkiye’nin Berlin sefiri olduğu yıllarda Nazizm hakkında bir şey bilmediğini, bu konuları araştırmak için vaktinin de olmadığını söyler. (s. 472) Burada kendisine hak vermemek elde değil; sayın büyükelçi okuma yazma bilmesine rağmen Nazilerin on binlerce kitabı sokaklarda yaktığından habersizdir. Dolayısıyla kendisini aydınlatabilecek yegane kaynak, yanı başındaki Nazi dostlarından başka alternatifi yoktur.

Yedi yüz sayfayı aşan hatıratında nasyonal sosyalizme ve Naziler konusuna son bölümlerde girer zoraki olarak Herr Gerede. Karısıyla Nazi partilerinden eksik kalmayan, gümüş kutuda Führer’den vesikalık fotoğrafını alan sefirimiz, Hitler’in karakterini yeni yeni çıkan kitaplardan okuyarak öğrenmiş meğer. (s. 472) Dolayısıyla bu son notlarının bir hatıra değeri taşımadığı ve ciddiye alınacak bir tarafı olmadığını söylemek isterim. Çünkü Herr Gerede, tüm yaşanan vahşete rağmen üç maymunu oynamaya devam etmektedir.

İnsanlığın selameti ve dünyanın huzuru adına bir daha tekrarlanmamasını Tanrı’dan dilediğimiz İkinci Dünya Savaşı denilen bu büyük faciayı asıl aydınlatacak sosyal konuları, yani Nazizmin doğmasını, Hitler’in şahsiyetini, ancak bu son yıllarda çıkan eserlerden yapabildiğim incelemelerin içinde önemli gördüğüm bölümleri, elverdiği ölçüde özetleyerek ayrı bir bölüm halinde okuyucularımın görüşlerine sunmayı gerekli görmekteyim. (s. 472)

Hüsrev Gerede bir taraftan komünizm ile nasyonal sosyalizmin (Nazizm) aynı şey olduğunu öne sürerken, öte yandan ne Almanya’daki görevinden önce ne de 1939-42 yılları arasındaki Berlin sefirliği sırasında, Nazizm hakkında hiçbir şey bilmediğini iddia eder. Hatta 700 küsur sayfalık anılarında Naziler hakkında, evet onca kötülüğe, insanlık suçuna ve soykırıma rağmen dişe dokunur tek bir eleştirisini bile paylaşmaz. Auschwitz-Birkenau gibi toplama kamplarında esirleri zehirlemek için kullanılan Zyklon B gazının üretildiği fabrikayı gezer, fotoğrafını paylaşır fakat soykırım üzerine tek bir cümle dahi yazmaz. Tuğla gibi kitapta Nazilerin “soykırım” yaptığına dair hiçbir şey yok. Milyonlarca Yahudi, Roman, komünist, muhalif, Nazi karşıtı, eşcinsel vd öldürülmemiştir sanki…

Tam da bu konuda, savaştan 15 koca yıl sonra anılarını yazmak için masasının başına oturduğunda Nazizm üzerine araştırma yapabildiğini söyler Herr Gerede. Savaşı neredeyse gün gün anlatan büyükelçimiz, “yakışıklı” ve “yurtsever” insanlar olarak söz ettiği Naziler aleyhinde olumsuz yorumlar  yapmaktan yine imtina eder. Hatta tam aksine, Nazilerin Girit’i işgali örneğinde olduğu gibi övmekte beis görmez. “Kahraman paraşütçü birliklerinin” Girit adasını işgalini (20-27 Mayıs 1941), “dünya askerlik tarihinin zaferler faslına şanlı bir olay olarak geçecektir” diye kendini alamaz. (Bkz. s. 383-384, 387)

Düşünebiliyor musunuz, neredeyse tüm dünyanın beş yıl boyunca birbirini boğazladığı ve 70 milyondan fazla insanın öldüğü savaştan 15 yıl sonra, ‘Nazizm ne menem bir şeymiş?’ diye anca zaman bulup bakabilmiş. Gerede’nin bu itirafı hakikaten ya ahmaklıkla kol kola giden bir cehalet ya da okuyucuyu aptal yerine koymak.

Soykırımdan haberdar olmayan büyükelçi

Herr Gerede’nin uzun mu uzun sefirlik anıları içerisinde “Musevilere yapılan zulüm” dışında soykırıma dair, milyonların nasıl sistemli bir şekilde yok edildiğine dair hiçbir şey yoktur. Herr Gerede Nazilerin, daha doğrusu Führer’in işlediği vahşetten haberi olmadığını kitabında en az iki kez yazma gereği duymuş. Ancak keşke Frankfurt am Main’da gezdirildiği boya fabrikasının gerçekte toplama kamplarındaki insanların zehirlendiği Zyklon B gazı üretim tesisi olduğunu geç de olsa yazabilseydi. Bu aldatılma/kandırılma kısmını kitabı hazırlayan Hulûsi Turgut Bey’e yahut sayın editöre bırakmasaydı. (s. 696-697)

Komünizm düşmanı

Gerede azılı bir komünizm ve daha çok da Rusya düşmanı idi. Pekâlâ olabilir… Ancak Berlin’e girmelerine göz yumduklarını iddia ettiği dönemin Amerikan hükümetini “komünizme meyilli” diye tasvir etmesi de ahmakça. (s. 408)

Gerede, komünist ülkeleri medeni dünyanın bir parçası olarak görmüyordu. “Ayağının bastığı yerde ot bitmeyen” Ruslara karşı üstün Alman ırkının savaşı kaybetmesi Gerede’yi çok üzmüştü. Leningrad’ın, Moskova’nın vd onlarca Rus şehrinin bombalanıp harap edilmesine, 20 milyondan fazla SSCB vatandaşının ölümüne neden olan Naziler cici, “Berlin gibi muazzam ve medeni bir kente” giren Kızıllar vahşi idi sayın büyükelçiye göre. (s. 607)

Nazilerin diğer ortakları

Herr Gerede tüm övgü sözcüklerini Naziler için harcamaz. Balkanlar’da yaptıkları katliamlarla Nazileri aratmayan Hırvatları da övgüye boğar:

Hırvatlar, Osmanlı tarihinde, Mahmut ve Kuyucu Murat* Paşalar gibi tanınmış kumandanları Türklüğe kazandırmış, Şahinoğulları ailesinden Bosnalı Sokollu gibi büyük bir sadrazam, dâhi bir siyaset ve devlet adamı, imparatorluğa şeref katmış; nüfusu bir milyon kadar olan Boşnak vatandaşları, Şoven-Sırp boyunduruğundan ve kötü yönetiminden kurtulmuşlardı. Ortak yönetim sayesinde, Atatürk inkılabı ve Türkiye’de olduğu gibi, Boşnaklar da Batı medeniyetine ve kültürüne hızla ulaşacaklardı. Devlet başkanı yardımcısının Müslüman bir Boşnak olduğu, hükümet merkezini Zagreb’den Bosna’daki Banya Luka’ya nakledecekleri, Ankara’nın yeni Hırvat hükümetini tanımakla göstereceği âlicenap ilginin ruhen ve dinen Türkiye’ye bağlı Boşnakları, tarihi hatıraları ve dostluk duygusunu yaşatmakta olan Hırvatları da çok sevindireceği belirtiliyordu. (s. 335)

Not: Herr Gerede’nin lakabıyla andığı kişi binlerce Alevi Türkmeni katletmesiyle tarihe adını yazdırmış bir psikopat katildi. (Bkz. Naima tarihi) İnsan olan “Kuyucu” ile övünmez ama beybi feys Herr Gerede için sorun yok.

Not: Yugoslavya Krallığı Atatürk’ün de büyük önem verdiği Balkan Paktı’nın üyelerinden biriydi. 1941’de önce Almanya, daha sonra İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edildi. Yugoslavya her iki dünya savaşında da nüfusuna oranla en fazla kayıp veren ülke olmuştu. Gerede’nin değinmediği noktalardan biri; savaş boyunca Boşnakların önemli bölümünün Nazilerin ve faşist Hırvatların yanında Partizanlara karşı savaştığı gerçeği. Kudüs müftüsünü Yugoslavya’ya getirten Hitler, Hançer adı verilen çoğunluğu Müslümanlardan oluşan birliğini kutsatmayı ihmal etmemişti. “Hitler Müslüman olmuş / olmak istiyor / olacak” yalanları Balkanlar’dan Türkiye’ye, Kırım’a hatta tüm Ortadoğu’ya yayılmıştı.

Hüsrev Gerede’nin Balkanlar üzerine görüşleri:

  • Almanların Nisan 1941’de Yugoslavya’yı işgalinden sonra Zagreb’de kurdurdukları Hırvat devletinden (NDH – Nezavisna Država Hrvatska) de söz eder Hüsrev Gerede. “Şoven Sırp boyunduruğundan ve kötü yönetiminden kurtulan” NDH ifadelerini kullanırken, Hırvat faşistlerin yaptıkları katliamlarla Nazileri bile hayrete düşürdüğüne değinmez. Oysa bu faşist devletin lideri Ante Pavelić önce Güney Amerika’ya kaçmış, ardından faşist Franco’nun himayesinde İspanya’ya sığınmıştı. Hayatının sonuna kadar sıçan gibi saklandığını, yıllarca Madrid’in San Isidro Mezarlığı‘nda yattıktan sonra kemikleri ait olduğu çöplüğe geri gönderilmişti.
  • Kendilerini Slav değil Germen ırkından gören faşist NDH yönetimine gelirsek; Ante Pavelić’in başbakan olduğu faşist Hırvat devletinin başbakan yardımcılığını, dışişleri bakanlığını yine Nazi yanlısı Kulenoviç biraderler yapmıştı. O ve onun gibilere göre Boşnaklar da Müslüman Hırvatlar’dı.
  • Gerede, Bosnalı dediği sadrazam Sokollu’nun Sırp olduğunu ya bilmiyor ya da söylemek işine gelmiyor. Herr Gerede Müslüman yapılmış Sokollu’nun, biraderini Sırp Ortodoks Kilisesi’nin başına getirdiğini de bilmiyor anlaşılan.
  • Sırplar, kendisi de Hırvat-Sloven bir ailenin çocuğu olan J. B. Tito’yu Hırvatların uyguladığı “Sırp Soykırımı”nı tanımamakla suçlarken, büyükelçi Gerede ise Tito’yu Büyük Sırbistan’ı kurmakla itham ediyor. Hayatımda Balkanlar üzerine söylenen bundan daha dangalakça bir yorum duymadım. Bu şeref de Bosna kökenli Rıdvanbegoviç’e ait.
  • Nazilerin Zagreb ve Saraybosna’da coşkuyla karşılandığını tam isabetle anlatan Gerede, bir grup Bosnalı Müslüman faşist Hırvat dostlarıyla kol kola Saraybosna Sinagogunu yağmalayıp yakmasını pas geçmiş.
  • s. 460 – “Sovyet Rusya ile Yugoslavya’nın politik sosyal sistemi aynı” değil. Gerede’nin Tito Yugoslavyası hakkında tek bilgi kaynağı 1951 tarihli “İç ve Dış Tehlike Altında Yugoslavya” kitabı olduğundan bu bilgisi de hatalı. Yugoslavya’daki “özyönetim modeli” Sovyetler’deki komünist modelden hayli farklıdır.
  • s. 461 – Gerede’nin, “Atatürk, Boşnakların asla İslavlıkla ilgileri olmadığını” söylediğini iddia ettiği ifadelerin kaynağı nedir bilmiyorum. Ne editör arkadaş ne Herr Gerede yazmış. Ancak “Ona [Atatürk’e] göre, nasıl Asya Türkleri Araplardan baskı görmeksizin, kendi ırkı, duygu, mezhep ve karakterlerine uygun görerek ve kendiliklerinden İslamiyeti kabul etmişlerse…” alıntısına yer vermesi kurnazca bir yağcılık olmaktan öte bir dezenformasyondur. 
  • s. 462 – “Tito’nun da çeşitli İslav unsurları Sırplaştırması…” ve “Tito’nun büyük Sırbistan’ı yaratma siyaseti…” cümleleriyse üzerine pek bir şey yazmayı hak etmiyor doğrusu. Hırvat-Sloven kökenli bir komünistin Hırvat ve Slovenleri Slavlaştırma düşüncesi hayli gülünç. Atatürk’e, “İslami bir monarşist” demek kadar absürt.

Editöre notlar:

  • s. 32-33 – Slovenler değil Slovaklar. Aynı şekilde Slovenya değil Slovakya olmalıydı.
  • s. 370 – Gerede ile aynı dönemde Yugoslav Krallığı’nın büyükelçisi olan Ivo Andrić’in bu sayfadaki dipnotu çok daha başlarda olmalıydı. Yugoslav elçisi olarak anılması daha önceki sayfalarda çünkü.
  • s. 460 – Bu sayfadaki dipnot eksik ve yanlış anlaşılmaya açık. Ciliga, KPJ’nin kurucusu olmakla birlikte 1930’lardan sonra anti-komünist taraftadır. Bu bilgiyi paylaşmamak, okuyucuya gerçeğin sadece görülmesini istediğiniz kısmını vermek anlamına gelir.
  • s. 460 – Gerede’nin dediği gibi “Banat eyaleti”nin tümü Yugoslavya’ya hibe edilmemiştir. 1920’de imzalanan Trianon Antlaşması ile bu bölgenin büyük kısmı Romanya’ya bırakılmıştır. Batı Banat ise “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı”na, çok küçük kısmı da Macaristan’a bırakılmıştır. 
  • s. 460 – Yine aynı paragrafta “Almanların yaşadığı” söylenen (Gerede’ye göre Slavlar aşağı ırk olduğundan adları dahi geçmez) Steiermark’ın Yugoslavya’ya bırakıldığı da yalandır. Saint-Germain Antlaşması’yla Slovenlerin çoğunlukta olduğu “Aşağı Steiermark”taki Marburg (Maribor), Cilli (Celje) ve Pettau’yu (Ptuj) şehirleri verilmiştir yalnızca. Soylu “Germen ırkının mamur şehirleri” ise başta en büyük kenti Graz olmak üzere, zengin (Kuzey) Steiermark’a yani Avusturya’ya bırakılmıştır.
  • s. 462 – Gerede’nin Atatürk’e dayanarak Türk ilan ettiği “yürekli ve mert” Boşnak halkının önemli şahsiyetleri arasında -belirttiğinin aksine- Sokollu yoktu. Çünkü Sokollu “medeni Hırvatlar”ın aksine Ortodoks Sırp bir ailenin çocuğuydu. Öyle ki, zorla ailesinden alınarak Müslüman yapılan ve yıllar sonra sadrazam olan Sokollu, kardeşini Bosna Ortodoks Sırp Kilisesinin de başına getirmişti. 
  • s. 462 – Herr Gerede’nin Yugoslavya’nın beşli federatif devlet olduğu şeklindeki bilgisi yanlıştır. Doğru cevap F şıkkı, yani altı. Karadağ’ı (Crna Gora) mutlaka duyduğunu sanıyorum. En azından Montenegro olarak.
  • s. 463 – Bu sayfadaki iki savaş suçlusu (Sırp Draža Mihailović ve Hırvat Ante Pavelić) hakkındaki dipnotlara dikkat. Mihailović’e kısaca yer veren editör, Sırp, Yahudi ve Roman katliamlarının bir numaralı sorumlusu Pavelić’ten yalnızca devlet başkanı olarak söz ediyor. Elbette kasıtlı olduğunu sanmıyorum ama nesnel de bulmuyorum.
  • s. 466 – Hüsrev Gerede’nin Hırvat siyasetçi ve yazar Ante Ciliga‘ya atfen paylaştığı, Belgrad’da “bir Katolik kilisesi ve bir Müslüman camii” bulunmadığı notu tam olarak doğru değildir. Evet, Sırplar Belgrad’da sayısı yüzlerce ifade edilen camileri yok etmiş, korkunç bir kent kırımına imza atmıştır ancak eski şehir bölgesinde Bayraklı Camii (Bajrakli džamija) bugün bile aktif olarak kullanılmaktadır. Katolik kiliselerinin sayısı ise daha fazladır. Gerede’nin aktardığı bu ifade en azından bir dipnotla düzeltilmeli.
  • s. 467 – Tito’nun doğduğu köyün adı “Kumropiç” değil “Kumrovec”dir. “Kumrovets” diye okunur.
  • s. 536 – 1962 senesinde hayatını kaybeden Hüsrev Gerede’nin, 1987’de ölen Rudolf Hess için “birkaç yıl önce Spandau cezaevinde öldü” demesi tuhaf. Belki isimleri karıştırdı?.. Editörün dipnotla düzeltmesi gerekir.

Kaynak: R. Hüsrev Gerede, Hitler Almanyası’nda Berlin Sefirliği Hatıralarım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Eylül 2020, İstanbul

Sinan Cömert

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑